İlk insanlar, kazara bazı bitkilerin ateşe düştüğünde çıkardığı hoş ve iyileştirici dumanın farkına vararak özellikle
arınma törenlerinde reçine ve kurutulmuş otları kullanmaya başlamışlardır (Miller ve Miller, 2001;
Hudson, 1998). Milattan önce (MÖ) Dört bin beş yüz’lerden kalma papirüs kayıtların da balsam, parfümlü yağlar, kokulu ağaç kabukları ve reçinelerin kullanıldığına ayrıca aromatik özlü karışımlar üretildiğine şahitlik etmektedir.
Yaşamdan sonra fiziki bedenin dirileceğine inanan Mısırlılar, koruyucu etkileri olan bu aromatik ve
uçucu yağları keşfederek mumyalama sanatını geliştirmişlerdir.
Hindistan’da ayurveda, bitki özlü ve aromatik bitkisel özler ile üretilen kokular ve yağlar masaj uygulamaları ile şifa verme felsefesinin önemli bir parçası olarak kabul edilmektedir. Yunanlılar ve Romalılar ise bitkisel bazlı tedavide kokulandırılmış yağların kullanımını, Mısırlılardan öğrenmiş ve geliştirmişlerdir ve hint kültürüyle bağdaştırmışlardır. Hipokrat, MÖ Dört yüz yılında “sağlığın yolu, her gün aromalı bitki özleriyle banyo yapmak ve kokulu masaj uygulaması yaptırmaktır” demiştir (Miller ve Miller, 2001; Hudson, 1998).Ortaçağ’da vebadan korunmak için bitkilerin aromatik özlerinden yararlanmış ve Almanya’da Milattan Sonra (MS) Bin iyi yüzlere kadar kırk yedi farklı uçucu yağ kullanılmıştır. MS 1900’lerin başlarına kadar bu yağlar, en güçlü ilaçlar olarak bilinmiştir (Miller ve Miller, 2001; Hudson, 1998). İbn-i Sina esansiyel yağ elde etmek için “imbik” denilen damıtma yöntemini kullanmıştır. Osmanlı Dönemi’nde darüşşifalarda uşşaban ve şerbetyan adlı yetkilendirilmiş kişiler bitkileri tanımak, toplamak, satın alıp hastaneye götürmek ve bitkisel özlü ilaç yapmaktan sorumlu olmuştur. Masaj uygulamalarında kullanılan bu aromatik yağlar sağlık açısından oldukça faydalı olup hem fiziki ve hem de psikolojik olarak uygulanan kişilere rahatlık vermektedir…